26 Şubat 2010 Cuma

ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK ÖRNEĞİ


ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK ÖRNEĞİ
Yuh 13: 1-17
Fısıh Bayramı`ndan önceydi. İsa, bu dünyadan ayrılıp Baba`ya gideceği saatin geldiğini biliyordu. Dünyada kendisine ait olanları hep sevmişti; sonuna kadar da sevdi.2 Akşam yemeği sırasında İblis, Simun İskariot`un oğlu Yahuda`nın yüreğine İsa`ya ihanet etme isteğini koymuştu bile.3 İsa, Baba`nın her şeyi kendisine teslim ettiğini, kendisinin Tanrı`dan çıkıp geldiğini ve Tanrı`ya döneceğini biliyordu.4 Yemekten kalktı, üstlüğünü bir yana koydu, bir havlu alıp beline doladı.5 Sonra bir leğene su doldurup öğrencilerin ayaklarını yıkamaya ve beline doladığı havluyla kurulamaya başladı.6 İsa, Simun Petrus`a geldi. Simun, “Ya Rab, ayaklarımı sen mi yıkayacaksın?” dedi.7 İsa ona şu yanıtı verdi: “Ne yaptığımı şimdi anlayamazsın, ama sonra anlayacaksın.”8 Petrus, “Benim ayaklarımı asla yıkamayacaksın!” dedi. İsa, “Yıkamazsam yanımda yerin olmaz” diye yanıtladı.9 Simun Petrus, “Ya Rab, o halde yalnız ayaklarımı değil, ellerimi ve başımı da yıka!” dedi.10 İsa ona dedi ki, “Yıkanmış olan tamamen temizdir; ayaklarının yıkanmasından başka şeye ihtiyacı yoktur. Sizler temizsiniz, ama hepiniz değil.”11 İsa, kendisine kimin ihanet edeceğini biliyordu. Bu nedenle, “Hepiniz temiz değilsiniz” demişti.12 Onların ayaklarını yıkadıktan sonra giyinip yine sofraya oturdu. “Size ne yaptığımı anlıyor musunuz?” dedi.13 Siz beni Öğretmen ve Rab diye çağırıyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz, öyleyim.14 Ben Rab ve Öğretmen olduğum halde ayaklarınızı yıkadım; öyleyse, sizler de birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız.15 Size yaptığımın aynısını yapmanız için bir örnek gösterdim.16 Size doğrusunu söyleyeyim, köle efendisinden, elçi de kendisini gönderenden üstün değildir.17 Bildiğiniz bu şeyleri yaparsanız, ne mutlu size!”

İsa’nın Söylemek İstediği…

  Görüldüğü üzere Petrus, İsa’nın ne anlatmak istediğini, ne yapmak istediğini anlamamıştı. Öğrencileri İsa’nın Tanrı oğlu olduğunu da biliyordu. Öyleyse nasıl olurda Rab, öğrencilerin ayaklarını yıkayabilirdi? Petrus, Mesih İsa’ya “Ya Rab, ayaklarımı sen mi yıkayacaksın?” diye sordu (Yuh13:6). Bu açıkça gösteriyor ki Petrus olan bitenin farkında değildi. İsa büyük bir alçakgönüllülük örneği göstererek öğrencilerinin ayaklarını yıkıyordu. Ama Öğrencilerin bunu neden yaptığı konusunda herhangi bir tahminleri de bulunmuyordu. İsa, sonra şöyle devam etti: “Ne yaptığımı şimdi anlayamazsın, ama sonra anlayacaksın.”(Yuh 13:7) İsa burada Petrus’u anlamıştı, daha doğrusu hiçbir şey anlamadığını anlamıştı. Petrus ayaklarının yıkanmaya layık olamayacağını düşünmüştü, aslında o da alçakgönüllüydü. Bu olayın sadece ayak yıkama olmamasını, yüzünü ve ellerini de kapsamasını istiyordu, bu durumdan rahatsız olmuş gibiydi. (Yuh 13:9) İsa Petrus’a ayaklarının yıkanmış olduğu zaman bütün bedeninin de yıkanmış olacağını ve öğrencilerin bununla yetinebileceği kirli olmadıklarını belirtmek istedi. Ama şöyle bir ifade de kullandı: “Sizler temizsiniz, ama hepiniz değil” Burada yalnızca Yahuda’yı kastediyordu. Yuh (13:10) Sonra öğrencilerine yaptığının ne anlama geldiğini sordu ve devam etti: Ben Rab ve Öğretmen olduğum halde ayaklarınızı yıkadım; öyleyse, sizler de birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız.(Yuh 13:14) İsa onları birbirine emanet etmişti artık. “ Birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız…”

Yapmamız Gereken…
  Bu da demek oluyor ki şimdiki Hıristiyanları da İsa birbirlerine karşı alçakgönüllü tavır sergilemelerini istiyor. İsa sadece bununla kalmıyor birbirimizin ayaklarını yıkayacak kadar alçakgönüllü olmamamızı istiyor. Kardeşimize karşı, ailemize karşı, arkadaşlarımıza karşı, çevremize karşı, topluma karşı her zaman alçak gönüllü olmamızı, başkalarını küçük görmememizi, asla ve asla kibirli davranmamamız gerektiğini İsa bizden açık ve net bir şekilde istiyor. Evimizde, iş yerimizde, çevremizde; başkalarına karşı kibirli ve çok bilgiç şekilde davranıyor muyuz? Kendimizi diğerinden üstün görüyor muyuz?  Kardeşlerimizi bir hiç uğruna yargılıyor muyuz? İsa bizden bunu mu istedi?
  Eğer diğerlerinden üstün olduğumuzu düşünüyorsak, bir yeteneğimizi, bir özelliğimizi ön plana çıkararak karşımızdaki insanı rencide edecek bir davranışta bulunuyorsak, incitiyorsak ya da eziyorsak bir kez daha düşünelim. Belki de karşımızdaki kişi bizi rencide etmek istemediği için kendisindeki yetileri yüzümüze karşı vurmayabilir. Unutmayın, bir gün karşınızdaki; kibirlilikle davrandığınız insan, bir gün size hiç unutamayacağınız, hayatınızın dersini verebilir. Bunun  için her sevdiğimiz insanla görüştüğümüzde şunu unutmayalım. “Bu onu son görüşünüz olabilir.”  O halde insanlara verebildiğiniz kadar sevginizi, alçak gönüllülüğünüzü gösterin. Böylece Rab İsa’ya daha yakın olduğunuzu anlayacaksınız.


23 Şubat 2010 Salı

HIRİSTİYAN AHLAKI YAŞAMIN DEĞERİ



HIRİSTİYAN AHLAKI
YAŞAMIN DEĞERİ
Yaşamın değeri öğretisi diğer insanlara karşı davranışlarımızın temelini oluşturmaktadır. Kutsal Kitap'a ve Kutsal Kitabın tanrısal öğretilerine kulak veren her kişinin davranışlarının temelinde Tanrısal kelamın izi belirginleşir. Fiziksel yaşama Tanrısal Yaşamı ekleyerek insanı insan yapan tada ulaştırır. O zaman yaşamın değeri konusunda Kutsal Kitap öğretisinde öğrendiklerimizi kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Her insanın Tanrı tarafından yaratıldığını ve bu nedenle Tanrı önünde çok değerli olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle her birimiz Tanrı önünde Tanrı'nın oluşturduğu yaşama saygı göstermek ve bu yaşamı korumak için her şeyi yapmak gibi bir sorumluluk altında olduğumuzu bilmeliyiz.
2. Kasten hiç kimseye bir zarar verilmemeli ve eziyet etmemeliyiz. Çünkü böyle bir şey yapmak Tanrı benzeyişine zarar vermek demektir.
3. Yaşamın değerinin Tanrı tarafından yaratılmış olmakta yattığını iyice anlamalıyız... İster zengin olalım ister fakir, ister güçlü ister zayıf, ister sağlam ister sakat bizler Tanrı önünde aynı değere sahip olan kişileriz. Bu nedenle bir cenine gösterdiğimiz saygının aynısını bir fakire, bir güçlüye verdiğimiz değerin aynısını bir zayıfa da vermemiz gerekmektedir. Bir toplumun gelişmişliği o toplumun zayıf insanlarına verdiği değerde belirginleşir.
Hıristiyan ahlakının temelinde kişilerden başlayarak topluma yükselen bir iyileştirme gücü vardır. Bu kişilerin davranışlarını kendi kendilerinin ayarlama gücünde değil; inancın temelinde ve öğretisinde var olan güçte ve özellikle Kutsal Üçlü Birlik'in üçüncü kişiliği olan Kutsal Ruh'un görkemli bir şekilde bizde var oluşundadır.
İnancın temelindeki kurtuluş müjdesi alındıktan ve Mesih İsa ile birlikte yepyeni bir yaşam başladıktan sonra Tanrısal kilisede, Mesih'in bedeninde olgunlaşma sürekli bir biçimde devam eder. Bu gün be gün Mesih İsa'ya benzemek demektir. Kutsal Ruh'tan alınan diri su kaynağı tanrısal kurtuluşu başkalarına da taşır durur. İşte Mesih’le gelen bu yaşam Kutsal Ruh'la bütünleştiğinde, Kutsal Kitap'taki öğretiler artık kişi yaşamını doğrudan etkilemeye başlamıştır. Hıristiyan ahlakı dediğimiz yaşam tarzı işte bu noktada biçimlenmeye başlamıştır. Tanrı'nın bütün insanlara olan kurtuluş mesajı, değişmiş insan yaşamlarında artık canlı olarak yaşanmaktadır. Bu yaşam hem Müjde'nin gücüyle hem de kelamdan kaynaklanan yaşam tarzıyla dünyayı etkilemeye başlar.
Bu etkileşimin temel öğretilerinin başında yer alan Yaşama Saygı Öğretisi derin düşünüldüğü zaman ne denli etkin bir yaşam öğretisi olduğu anlaşılır. Mesih İsa'da Tanrısal kurtuluşu edinmiş Hıristiyan, artık bütün insanlığa doğal insandan çok farklı bakmaya başlamıştır. Bütün insanlık Tanrı'nın yarattığı benzeyişidir. İnsana saygı tek yaratıcı olan Tanrı'ya saygıdır. İşte Mesih İsa'da kurtuluşa ermiş gerçekten Kutsal Kitap'a inanan ve ona göre yaşamını yönlendiren inanlının dünyaya bakışı bu şeklide değişmiştir. Bu Tanrısal öğretide yaşayan Hıristiyanlarla dolu bir dünyanın çehresinin olumlu anlamda ne kadar farklı olacağı hiç kuşkusuzdur. Bugün ismen Hıristiyan ülkelerde ya da diğer ülkelerde olsun böylesine bir anlayışa rastlanmamaktadır. Bunun tek nedeni Mesih İsa'nın gerçek anlamda yüreklerde olmaması, Kutsal Ruh'un o devrim yapan gücünün işlemesine izin verilmemesidir. Doğal olarak Tanrı Kitabı Tanrısal Yaşam olsun diye sürekli olarak okunmamaktadır. Bu nedenle Tanrısal yaşamın o insan yaşamına değer veren öğreti de ne yazık ki göz ardı edilmektedir.

KÜRTAJ
Mesih İsa'nın insan yaşamına karşı girişilen saldırılarla ilgili yasası Kilise tarafından, özellikle çocuk düşürme konusunda ayrıntılı olarak bildirilmiştir. Çocuk düşürme olgusunda açıkça görülebileceği gibi, kurbanlar suçsuz ve çaresizdirler.
İnsanları doğmamış çocukları öldürmeye özendiren nedenler her zaman önemsiz olmasa bile, bu nedenlerin yetersiz olduğu açıkça görülmektedir. Örneğin, sorumluluklardan kaçma ya da daha yüksek bir yaşam seviyesi sürdürme isteği anlaşılabilir, ama bu nedenle öldürmek akla uygun değildir. Tanrı'nın düşüncesine uygun olarak yaşamak isteyen bir kişi, insan değerinin hiçe sayıldığını ve bunun haksız bir davranış olduğunu görür. Bazen iki hayat tehlikededir. Bir annenin yaşamı ve doğmamış çocuğun yaşamı. Bu gibi durumlarda insan nasıl davranmalıdır? Papa XII. Pius bu sorunu ayrıntılı olarak incelemiştir:
"Amaca varmak için bir araç olarak, suçsuz bir insan yaşamına doğrudan doğruya yapılacak bir saldırı - bu durumda başka bir insanın yaşamını kurtarmak için bile olsa - yasaya aykırıdır. Suçsuz bir insanın yaşamına bilerek veya isteyerek doğrudan doğruya yapılacak bir saldırı hangi koşullarda olursa olsun kötülüktür. Gerek çocuğun yaşamı, gerek annenin yaşamı için bu prensip geçerlidir. Kilise, çocuğun yaşamının annenin yaşamına üstün tutulması gerektiğini asla ve hiçbir durumda söylememiştir. Gerek annenin yaşamına, gerek çocuğun yaşamına doğrudan doğruya son verilemez. Her iki durumda, tek bir yükümlülük vardır: her ikisinin yaşamını kurtarmak için her türlü çabayı göstermek".
Bu durum bilerek ve isteyerek, suçsuz insan yaşamına doğrudan doğruya yapılan saldırıdır. Doğrudan doğruya öldürmek deyimini kullandık. Çünkü örneğin; annenin yaşamının gebelik durumunda kurtarılabilmesi olasılığı yoksa asla istenmeyen ve düşünülmeyen, ama önüne geçilemeyen bir sonuç dölütün ölümü olabilir. Böyle bir davranışa artık suçsuz bir yaşamı yok etmek için doğrudan doğruya yapılmış bir eylem denemez. Bu koşullarda bu ameliyat, buna benzer tıbbi ameliyatlar gibi ahlaka uygun olabilir; yeter ki bunun sonucunda yaşam kurtarmak gibi değerli bir iyilik gerçekleşmiş olsun. Bu ameliyatı çocuğun doğumundan sonraya bırakmak olanaksızsa ya da başka etkili çareler yoksa böyle bir ameliyat ahlaken iyi bir eylem olabilir. Tüm amacı hayat kurtarmaktır, suçsuz yaşama asla kastetmemektedir. Doğmamış çocuğun ölümü istenmemekte ve böyle bir şey düşünülmemektedir.
Buradaki sınırlamalar çok ince ve Hıristiyan vicdanının her zaman sınırladığı gibidir. Her türlü temel değere saygılı olan kişiler, bunun doğru olduğunu bilir. Bu sınırlamalar, beklenen sonuçların incelenmesi ve ayarlanmasıyla saptanmaz. Yeterli bir "nedenle" insan hayatına doğrudan doğruya kıyılmasını "haklı gösterecek" bir inceleme ve ayarlama çabasına, ancak keyfi davranışlar bir neden oluşturabilir.
Ahlaki yargılar her zaman kolay olmamakla beraber, Mesih İsa'ya olan umudumuzun başlıca görüş açısını anımsayarak doğru sonuçlara varmamız olasıdır: "Bedeni öldüren, ama canı öldürmeye gücü yetmeyenlerden korkmayın. Hem canı hem de bedeni cehennemde mahvedecek güçte olan Tanrı'dan korkun" (Matta 10,28).
Kilisenin gerçek öğretiminin sunduğu çeşitli tüzükler bu zor durumlarda yardımcı olabilir.

DOĞUM KONTROLÜ
Evlilik özel bir dostluk kurmak çağrısına verilecek, insanlığa ve Hıristiyanlığa uygun bir yanıttır. Evlilikte yaşam sorumlulukla aktarılır. Her cinsel ilişkide dostluk ve yaşam söz konusu olduğu için, cinsel ilişkide tam anlamı ile insansal bir yanıt vermek gerekir. Salt bir kurum olarak evlilikte ve evlilikte girişilen her cinsel ilişkide böyle olması gerekir. Daha önce görüldüğü gibi Mesih İsa'nın yolu, her eylemimizde iyiliğe saygı göstermemizi gerektirir.  Kutsal Kitap’ın üstü kapalı olarak, eski Kilise ileri gelenlerinin  ise açıkça bildirdiği gibi, Hıristiyan doktrininde evlilik, "karşılıklı olarak birbirini vermek ve insan dölünü korumayı gerektirir.
Papa XI. Pius'un söylediği gibi "her evlilik ilişkisinin doğal döl gücünün insanlar tarafından engellenmesi, Tanrı'nın ve doğanın yasasına karşı işlenmiş bir suçtur. Karı kocanın evlilik eyleminin gücünü azaltmak ya da dölü önlemek için yaptığı her girişim, eylemi yaparken ya da doğal sonuçlar oluştuğunda ahlaka aykırıdır. Papa VI. Paul "Dölü önlemeyi amaçlayan her eylem reddedilmelidir. Bu eylem evlilik ilişkisinden önce, evlilik ilişkisi süresince yapılsa bile reddedilmelidir" diyor.
II. Vatikan Konsili'nin öğretisi Hıristiyan geleneksel öğretisine uygun olarak şu yoldadır: "Kilise'nin oğulları ve kızları dölü düzenleme yöntemlerine başvuramazlar. Çünkü tanrısal yasayı açıklayan Kilise öğretisi, bu gibi yöntemlerin ayıplanması gerektiğini bildirir".
Dölü doğrudan önlemek için girişilen tüm eylemler, Hıristiyan davranışının dışında kalır. Aynı şekilde bu amaçla girişilen her türlü doğrudan doğruya kısırlaştırma eylemi, Hıristiyan davranışının dışında kalır. Döl olgusu kuşkusuz karı kocanın olabildiği kadar çok çocuk yapması demek değildir. Ancak bu kararı yürürlüğe koyarken, karı koca kendi isteğine göre davranmamalı ama doğru prensipleri izlemelidirler. Haklı bir nedenle eşler dölü önlemek istiyorsa, iki öğeli bir tutumu olmalıdır. İlk önce ana rahmine düşme olasılığının daha fazla olduğu günlerde cinsel ilişkiden kaçınılabilir. Böylece döle karşı davranmış olmaz. İkincisi, istediği başka zamanlarda cinsel ilişkiye girebilir; böylece eşlerin birbirine olan güvenini anlatır ve evlilik kurumunda sevgisinin mutluluğunu tadar.
Döle karşı yanlış bir tavır olmaması koşulu ile doğumu düzenlemek için belirli zamanlarda cinsel ilişkiden vazgeçmek hem doğrudur hem de akıllıca bir davranıştır. Bunun değeri vardır. Bunun gibi doğal aile planlaması, sorumsuz dölü önleyebilir.

AĞIR CEZALAR
Burada üzerinde durulması gereken en önemli konu insan yaşamına verilen değerdir. Tanrı insanı kendi benzeyişinde yaratmıştır. Bu nedenle kasten insan öldürmek Tanrı'ya karşı en büyük suçtur. Bir insanı yaşamını kasten sona erdirmek, bu işlemi yapan kişinin yaşamının da sona ermesini gerektirmektedir. Bu Tanrı'nın insan yaşamına verdiği değeri korumanın yoludur. Çünkü dünya üzerinde gerçekler vardır. Bu gerçeklerden biri de Tanrı benzeyişindeki insanın zaman zaman ne denli sınırsız davranışları yöneldiğidir. Eğer Tanrı Yasası bu tarz buyruklarla donatılmasaydı insan kendi nesli içinde büyük bir tehlike oluşturacaktı. Bugün bütün bu Tanrı yasasına rağmen ve modern dünyanın yasalarına rağmen halen insan tam olarak kontrol edilememekte yakıp yıkmakta ve öldürmektedir. Oysa Tanrısal yasanın amacı yaratılanı yaradılışına layık bir biçimde yaşaması için korumak ve yaşayabileceği toplumsal çevreyi oluşturabilmektir.

SAVAŞ
Savaş konusu inanlılar arasında bir hayli tartışılan bir konudur. Tanrı buyruklarının barışın ardınca koşmaya sevk etmesi, öldürmeyi yasaklaması, düşmanı bile sevmeyi emretmesi inanlıları zaman zaman karşılaştıkları dünyasal sorunlarda zor durumlarda bırakmıştır. Savaş gerçekten bir trajedidir. Savaşın şakası bile olmaz. Aslında savaşı yücelten hiçbir şey kabul edilmemeli, çocukların oyunlarında bile barış hâkim olmalıdır. Mesih İsa'yı izleyen, O'nu yüreğine almış bir Hıristiyan yalnızca barış ve esenlik yolunu aramalıdır. Mesih İsa barışın kendisidir.
Aynı zamanda inanlının sorumluluğu kendi ülkesi ve yönetimi için ve yöneticileri için sürekli dualarda bulunmaktır. Bu dualarda özellikle önderlerin barışı koruyucu kararlar almaları için, barışçı olmaları için dua etmeleri gerekmektedir.
Altıncı emir hiçbir zaman aklımızdan çıkmamalıdır. Öldürmeyeceksin. Hiç kimsenin hayatına kastetmemek en büyük prensiplerden biridir. Ancak büyük bir kötülüğün önüne ancak savunma yolu ile geçilecekse, binlerce can kurtulacaksa bir savunmada yer almak söz konusu olabilir. Ama bu da yine Tanrısal buyrukları kaile almaksızın olabilecek bir davranış değildir.
Barış savaştan hem daha kolay hem de sonuçları itibarıyla bütün insanlık için en hayırlı şeydir. Savaş, öfkeyle kalkanın zararla oturması gibi sonuçları savaşı başlatan kişiyi bile şaşırtacak boyutta dünyanın en trajik olayıdır.

İNTİHAR ETMEK
İnsan kendisini yaratan ve yarattığı yaşama sahip olan birisi değildir. Bizim yaşamımız bize geçici bir süre Tanrı tarafından verilmiştir. Bu yaşam içinde bütün zorluklarına rağmen Tanrı'yı sevebilir aynı zamanda hem O'na hem de insanlığa hizmetlerde bulunabiliriz. Yaşamımızın uzunluğu kısalığı, çekeceğimiz şeyler, ne zaman yaşamımızın son bulacağı bizim kontrolümüzde olan şeyler değildir.
İntihar Tanrı'nın verdiği yaşam için en kötü sonlardan biridir. Bu gerçekten büyük bir günahtır ve hiçbir şekilde kendimizi bu günaha sokmamamız gerekmektedir. Yaşam her ne kadar zor da olsa, yaşamın getirecekleri çok ilginç bir yarını her zaman vardır. Bu yarını intihar ederek önlemekten ve Tanrı planını bozmaktansa yaşayarak yarının umutlarına kapı açmak her zaman çok daha karlıdır.

ÖTENAZİ
Ötenazi insanlara aslında hakları olmayan bir konuda hakları varmış gibi davranmalarını sağlamaktadır. Hiç kimsenin kendi yaşamlarına son verme hakkı yoktur. Bir doktor bir kişinin ölmesi için yardımda bulunamaz.
İnanlı Ötenazi'nin karşısında yer almalı ve bu olayı Tanrı'nın verdiği yaşama karşı bir olay olarak değerlendirmelidir. Aynı zamanda toplum için bir takım problemlerden kolaylıkla sıyrılma yoludur. Ucuz bir çözüm olduğu için toplumu sorunlar karşısında daha sorumsuz olmaya ve doğal olarak daha acımasız davranmaya itmektedir.
Bir inanlı için bütün yaşam Tanrı'nın armağanıdır. Ötenazi ise Tanrı'nın yaşam armağanını ve bizim üzerimizdeki karar yetkisini inkâr etmektir. Bazen acı çekmek insan olmanın içinde varlığını koruyan bir gerçektir. Acı çekmek hiç kolay bir durum değildir ama bazen de büyük tecrübeleri beraberinde taşır. Sadece yaşamalı, yaşamın Tanrı armağanı olduğunu bilerek tadına varmaya çalışmalıyız. Bu arada Eyüb'ün şu sözlerini de hiç aklımızdan çıkarmamalıyız:
Anam bağrından çıplak çıktım ve oraya çıplak döneceğim; Rab verdi ve Rab aldı; Rabbin ismi mübarek olsun.
İnsan yaşamını anlamanın en güzel yolu, onun Tanrı'dan olduğunu anlamaktır. Kendi yaşamlarımızda ve başkalarının yaşamlarına olan davranışlarımızda yalnızca O'na karşı sorumluyuz. Hem kendimize hem de başkalarına yapacaklarımız konusunda özgür değiliz. Tanrı benzeyişinde yaratılmış olan yaşamımıza ve bütün insanlığa büyük bir saygı ile yaklaşmak bizi insan olmanın gerçek değerine ulaştırır.

EVLİLİK VE AİLE
Evlilik ve aile yaşamı Tanrı'nın toplumsal yaşam içinde arzuladığı yaşam biçimidir. Kutsal Kitap içinde evlilikten aile içi ilişkilere kadar oldukça net bir düzenleme görülmektedir. Bugün dünyamızda Tanrı'nın kurduğu evlilik ve aile düzenine karşı oldukça etkin bir saldırı bulunmaktadır. Bunun sonucunda da aileler parçalanmakta ve dünya yalnız insanların dünyası haline gelmektedir. Bu arada da zaten sorunlarını çözmeye gücü olmayan dünyamızın sorunlarına daha da yenisi eklenmektedir. Bütün bu evlilik ve aile karşıtı görüşlere rağmen Tanrısal buyruklar göz önünde bulundurularak bu kurum daha da iyi korunmalı ve Tanrı'nın istemi doğrultusunda hareket edilmelidir. Çünkü bunun karşısında olmak kişisel bencillikten başka bir şey değildir. Unutulmaması gereken kendi ailelerimiz Tanrı için bir onur ve O'nun kutsallığı için bir tanıktır. Yardımcı olma ilkesi ilkönce aile olarak tanımlanabilir, kadınla erkek arasındaki evlilik arkadaşlığı kişilerin birbirleriyle her şeyi paylaşmalarının ilk biçimidir. İnsan toplumunun başlangıcı ve temelidir. Görevi toplumun ilk ve dirimsel amacını oluşturmaktadır. Her evliliğin iki kişinin özgür kararıyla oluşmasına karşın, evlilik ne kendileri ne de içinde yaşadıkları toplumun yasaları ve töreleri tarafından belirlenir.
Aile, kendisine özgü hakkı olan bir topluluktur. Aile, yapmacık gelenek sonucu oluşmaz. Üst derecede bir yetkili tarafından kurulmadığı gibi önemli ölçüde değiştirilemez.
Evliliğin ve ailenin gerçek doğasını tanımak, korumak ve geliştirmek kamu yetkililerinin kutsal görevi olmalıdır. İnsanlık onuru ve temel hakları konusunda her iki cinsiyet arasında eşitlik vardır. Karı koca için bu gerçek özellikle önemlidir. Çünkü onlar evlilik sevgisinde ve dostlukta birleşmişlerdir. Her biri diğerinden aynı derecede saygı, sevgi, cinsel dikkat ve her türlü yardımı bekler. Genellikle evlilikte görev bölümü vardır. Çok kez eşlerden biri aileyi geçindirmek için toplumda çalışır, diğeri ise çocukları yetiştirmeye daha çok zaman ayırır.
Ailenin sürekliliği konusunda Kilise, annenin eve ait görevlerinin güvenle korunması gerektiğini öğretir. Babanın da ailenin temel para sorunları konusunda karar verme sorumluluğu vardır. Baba ailenin başı ise anne de yüreğidir. En kusursuz sonucu almak için, karı kocanın karşılıklı konuşup anlaşarak karar vermeleri yerinde olur. Hıristiyanların Mesih'e duydukları saygıdan dolayı birbirlerine bağlı olması gerekir.
Kişisel içtenlikle sevgi, eşler arasında temel ilişkiyi oluşturmalıdır. Hıristiyan aile için Mesih İsa ile Kilise arasında var olan sevgi karı koca ilişkisi için kusursuz bir örnek oluşturur.

BOŞANMA
Kutsal Yazıların tamamına baktığımızda iki istisna dışında boşanmanın söz konusu olmadığını görüyoruz. Bu iki istisna durumunda oluşmasında yine bazı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. İki istisna durumdan biri eşlerden birinin sadakatsizliği durumudur. Diğeri ise imansız eşin terk etmesidir. Bu durumlarda bile elden geldiğince ailenin bozulmaması için mücadele vermek gerekmektedir. Eğer bütün çabalar sonuçsuz kalıyorsa o zaman boşanma bir uzlaşma yolu olarak, bir istisna olarak karşımıza çıkar. Bu durumların boşanma için bir bahane olmaması için gerçekten iyi bir durum değerlendirmesi şarttır. Yapılacak hiçbir şey yapılmaması yani en son nokta boşanma noktasıdır. Tekrar söylemek gerekirse Tanrısal öğretişte Tanrısal aileler için boşanma diye bir kavram yoktur. Evlilik bir kez ve ömür boyu sevgi, saygı ve sadakat üçgeninde Tanrı önünde gerçekleşmektedir.
Bu nedenle Kutsal Yazıların tamamını bilmek çok önemlidir. Ne var olan buyrukların ötesine geçmek, ne de Kutsal Kitap'taki buyrukları bir kenara atmak söz konusu olmamalıdır. Kutsal Kitap ne diyorsa ona göre yaşamak Tanrısal yaşamı güncelleştirmektir. Yaşamda kendi günahlılığımızdan kaynaklanan sorunlar vardır. Uzlaşamadığımız durumlar vardır. Bazen her ne yapılırsa yapılsın kendi benliğimiz bizleri geri dönemeyeceğimiz noktalara getirmektedir. Tanrımız sevgi Tanrı’sıdır. Kendi seçtikleri için her durumda kendilerini esenlikte tutabilmeleri için gerekli ana buyrukları vermiştir. Çok çok özel durumlarda bu iki istisna olayın gerçekleşmesinde boşanma söz konusu olduğunda bekâr kalmak ya da ikinci kez evlilik söz konusu olabilir. Ama bunun da yine gerçekten Tanrı'nın yol açtığı şartlara uygun olarak gerçekleşmesi gerekmektedir.
İnsanoğlu günahlı benliği ile birçok zaman günaha ve ruhsal anlamda başarısızlığa düşmektedir. Böyle durumlarda hem disiplin hem lütufla karşı karşıya kalmaktayız. Bu nedenle boşanma sonucunda bir yığın problemle uğraşmaktansa bizleri boşanma kapısına kadar getirecek sorunlarla uğraşmayı öğrenmeliyiz. Bunun en iyi yolu Tanrı'nın evlilik üzerindeki amacı ve arzusunu iyi öğrenmek, O'ndan öğrendiklerimizi de yaşamlarımızda uygulamaktır.
Mesih İsa'nın boşanmayı reddeden sözlerine sadık kalan Kilise, bu sorunları çözümlemek için boşanmaya ve yeniden evlenmeye izin vermez.

BEKÂRLIK
Hem evlilik hem de bekârlık Tanrı gözünde kabul gören iki durumdur. Her iki durumda da sürülen Tanrısal yaşam Tanrı'ya onur getirmektedir, her ikisi de saygı duyulması gereken Tanrısal birer armağandır.
Kendisini izlemek için kişinin yapması gereken özverilerinden söz ederken Mesih İsa, İncil uğruna eşlerinden ve evlerinden vazgeçecek olanları söz konusu etti. Kilise'nin ilk günlerinde bekâr olan rahipler vardı. Yani yaşamlarını ve yüreklerini tümüyle Mesih İsa'nın hizmetine adamak için evlenmeyen rahipler vardı. Kilisenin çeşitli bölümlerinde değişik töreler gelişti. Doğu Kilisesinde evli erkeklerin rahip olmasına genellikle izin verilirdi. Batıda ise, Mesih İsa için bekâr bir yaşam sürdürebileceğini düşünenlere ve bunu isteyenlere rahiplik takdisi verilmesi yolunda bir uygulama sürdü. Gerek Doğuda gerekse Batıda, rahip mertebesine erişmiş olan kişiye evlenme izni verilmiyordu.
Kilise bekârlığı sever. Böylece rahip Mesih İsa'ya daha çok benzer. Aziz Pavlus'un söylediği gibi kişi, Mesih İsa'ya hizmet ederken daha özgür olur ve O'na duyduğu kişisel bağlılık güçlenir.
Kilise, bunun uygun olacağını düşündüğü takdirde, bekârlık gerekliliğini ortadan kaldırabilir. Ama bu keyfi bir gereklilik değildir. İncil'in mesajı ve Kilise'nin deneyimi, rahiplerinin Tanrı vergisi ruhsal güçle yaşamalarının Tanrı'nın ulusu için ne denli verimli olduğunu göstermiştir.

19 Şubat 2010 Cuma



HAÇ YOLU

Haç Yolu        "Yorulup cesaretinizi yitirmemek için günahkârların bunca karşı koymalarına
 katlanmış Olan'ı düşünün."   (İbraniler 12,3)
 Kurtarıcımız İsa, insanların kurtuluşunu gerçekleştirmek için çekmiş olduğun acıları derin derin düşünerek içimizde duymaktayız. Sen bizleri sevdiğin için bu ıstıraplı yola gittin. Senden örnek alarak, her zaman fedakarlık edebilmemiz için bize yardım et.
1.Durak.   Mesih İsa ölüme mahkum edilir.
Mesih İsa, Pilatus'un önünde elleri bağlı olarak durmaktadır. Kendisini suçlayanlar kinle; "çarmıha,çarmıha!"diye bağırmaktadır. Pilatus vicdanını dinlemeyerek, İsa'yı ölüme mahkum eder. İsa haksız kararı sükunetle dinler.Kurtarıcımız İsa bizlerin kurtulup yaşayabilmesi için, senin hakkında verilmiş olan hükme itiraz etmedin. Senin gibi fedakarlık edebilmemiz ve Allah'ın isteklerini her zaman yerine getirebilmemiz için bize kuvvet ve metanet lütfet. Amin.

2.Durak    Mesih İsa Haçı omzuna alır.
Mesih İsa ağır haçı, Ferisilerin ve toplanan halkın alaylı bakışları ve hakaret dolu bağırmaları arasında, yaralı omuzlarına alır.Kurtarıcımız İsa, başına ne geleceğini bildiğin halde, bizleri sevdiğin için ıstırap ve işkence yolunda yürümek üzere haçı omuzlarına aldın. Acı bir kader ya da karanlık bir gelecek karşısında ve bizlerden zor şeyler yapılması istendiği zaman, bize güç ver; yükümüzü senin yolunda, yorulmadan, taşıyabilelim. Amin.

3.Durak    Mesih İsa, Haçın ağırlığına dayanamayıp düşer.
Haç çok ağırıdır. Kurtarıcımız, ayakları bir taşa çarparak düşer. Bunun üzerine O'na kötü muamele ederler. Fakat İsa kalkar, haçı taşır ve acılar içinde yoluna devam eder.Kurtarıcımız İsa, bizim yüzümüzden, sana taşıttırılan haçın ağırlığına dayanamayıp düştün. Gücün yetmediği halde, haçı bırakmayıp tekrar omuzlarına aldın. Bu büyük fedakarlığın daima hatırımızdadır. Bize yardım et ki her gün, senin sevgin için hayatın güçlükleriyle mücadele edebilelim. Amin.

4.Durak   Mesih İsa, Annesi ile karşılaşır.
Meryem Ana, Oğlunu görmek için, bir sokak köşesinde beklemektedir; çünkü bu ıstıraplı anında, Oğlunun acılarını paylaşmak istiyordu.Kurtarıcımız İsa, Annen bu ıstırap dolu yolda seninle karşılaştığı zaman, kalbini parçalayan keder ve acının büyüklüğünü hissetmek kabil mi? Bizim de geçtiğimiz hayat yolunda acı ve sıkıntılara dayanabilmemiz ve birbirimizin acılarını paylaşabilmemiz için bizlere güç ve sabır ver. Amin.

5. Durak   Kireneli Simon, İsa'nın haçını taşımasına yardım eder.Düşmanlar, Mesih İsa'nın yolda ölmesinden korkarak, oradan geçmekte olan Simon'u, İsa'ya yardım etmesi için zorlarlar.Kurtarıcımız İsa, Kireneli Simon için sana yardım etmek, ne büyük bir şeref! İnsanların ve kendi günahlarımızın kefaretini ödemek için, sana layık bir şekilde haçımızı taşımakta bize güç ver ve bu hususta başkalarına da yardım etmek için bize yol göster. Amin.


6. Durak   Veronika Mesih İsa'nın terini siler.Mesih İsa, sıcak güneşin altında ilerlemektedir ve yüzü kan ve ter içindedir. Bu sırada Veronika adında bir kadın, kalabalığın arasından ortaya çıkıp İsa'nın terini siler.Kurtarıcımız İsa, muhtaç olduğun bir anda sana hizmette bulunduğu için, Veronikaya hediyelerin en büyüğünü lütfettin, mukaddes yüzünü onun başörtüsüne resmettin. Nurlu yüzünü bizim kalbimize de resmet; inancımızı hiçbir zaman inkar etmeyelim. Zor durumda bulunduğumuz zaman başkalarının bize yaptıkları iyilikler için minnettar olmamız gerektiğini bilelim. Amin.

7. Durak   Mesih İsa, ikinci kez düşer.Kurtarıcımızın kuvveti gittikçe azalmakta ve acıları artmaktadır. Bu sırada öncekinden daha fena bir şekilde düşer, güçlükle kalkar.Kurtarıcımız İsa, fena alışkanlıklarımızdan vazgeçmek istemediğimiz ve günah işlemekte devam ettiğimiz için, ikinci kez düşüp ıstırap çektin. Sana yalvarıyoruz; bizi affet. Ümitsizlikten kurtar ve kötülük karşısında bize güç ve iman ver. Amin.



8. Durak   Mesih İsa, üzüntü içindeki kadınları teselli eder.Mesih İsa'yı götüren kafileyi, ağlayan kadınlar takip etmektedir. İsa bu kadınlara dönerek; "Benim için değil, çocuklarınız ve kendiniz için ağlayın" demekle onlara günahlara pişman olmaları ve Allah'ın mahkemesinden korkmaları gerektiğini hatırlattı.Kurtarıcımız İsa, sen çarmıha giderken, bizlerden sadece merhamet ve dindarlık hisleri ve güzel sözler beklemiyorsun; senin için duyduğumuz hislere uygun olarak yaşamamızı istiyorsun. Erdemli ve dürüst bir hayat sürmek için bize güç ver ve her türlü kötülükten korkmamız gerektiğini bize öğret. Amin.

9.Durak  Mesih İsa üçüncü kez düşer.Kervan, ıstırap tepesine yaklaşmaktadır. Bitkin halde bulunan Mesih İsa üçüncü kez düşer,son kuvvetini harcayarak tekrar kalkar.Kurtarıcımız İsa, günahlarımızın ağır yükü altında yerde yatmaktasın; kurtuluşumuz için günahlarımızın kefaretini Golgota dağında ödemek istiyorsun. Bize yardım et; hayatımız boyunca haçtan ayrılmayalım; yarı yolda kalmayalım. Senin gibi, yükümüzü candan ve cesaretle taşıyalım. Amin.

10. Durak   Mesih İsa'nın elbiseleri çıkarılır.Kurtarıcımız nihayet hükmün infaz edileceği yere varmıştır. Yaralarına yapışan elbiseleri üzerinden çıkarılırken, yaraları tekrar kanamağa başlar ve acıları artar.Kurtarıcımız İsa, kendini feda etmeğe hazır olduğunu Allah'a göstermek için bütün maddi şeylerden vazgeçiyorsun. Bencillikten bizi kurtar ve icabettiği zaman, her şeyi senin ve kardeşlerimizin uğruna kolaylıkla feda edebilmemiz için bize yardım et. Amin.


11. Durak   Mesih İsa çarmıha gerilir.Cellatlar, kurtarıcımızı ellerinden ve ayaklarından haça mıhlarlar. Mesih İsa bu sırada ifade edilemez acılar çeker.Kurtarıcımız İsa, bizleri selamete kavuşturmak için Allah'a kendini kurban etmek istedin. Bu gün dahi, günahlarımızın kefaretini ödeyebilmemiz için Kutsal Ayinde kendini yeniden , fakat bu defa kan dökmeden, Allah'a kurban olarak sunuyorsun. Bu hareketinin derin manasını anlayabilmemiz için bize yardım et. Amin.

12. Durak   Mesih İsa haç üzerinde ölür.Kurtarıcımız İsa, haçta asılı iken, cellatları affeder; yanındaki katile cenneti vaat eder; Yuhanna'ya annesini emanet eder ve saat üçte yüksek sesle; "Her şey tamam oldu" dedikten sonra ruhunu teslim eder.Kurtarıcımız İsa, sen dedin ki; "Dostları için canını vermekten daha büyük bir sevgi yoktur". Sen de, haç üzerinde can verinceye kadar bizi sevdin ve Allah'ın isteğini yerine getirdin. Bize yardım et; kutsal haçtan kuvvet alarak sevgiyle yaşayıp sonsuz hayata erişelim. Amin.

13. Durak   Mesih İsa haçtan alınıp annesine teslim edilir.Mesih İsa artık acı çekmemektedir. Vücudu çarmıhtan alınıp, annesinin kollarına bırakılır. Oğlunu bu kadar seven bir anne için, kan ve yaralar içindeki o vücudu seyretmek, ne büyük bir acı!Kurtarıcımız İsa, insanların kurtulması için kendini feda ettin. Çarmıhın altında seninle birlikte acı çekerek, kurtuluşumuza katılan annen, hepimizin annesidir. Meryem Ana, hayatımız boyunca bizi koru ve şefkatini esirgeme; ölüm anında yanımızda bulun ve bizi Oğlunun yanına götür. Amin.

14. Durak  Mesih İsa mezara konulur.Kurtarıcımızın yaralı vücudu kayalara oyulmuş bir mezara konulur. Etrafı hüzün verici bir sükunet kaplamıştır. Bu sükunet onun ölüme karşı zaferini haber vermektedir; çünkü pek yakında İsa dirilecektir.Kurtarıcımız İsa, demek ki, ıstıraplı ölümün bir yenilgi değildi, çünkü sen bütün ıstırapların sonunda ölümü yenip göğe çıktın. Omuzlarımıza yükleyeceğin her yükün bir lütuf kaynağı olduğunu anlamamıza yardım et ve sonsuz hayata giden yolun, senin izlediğin yol olduğunu bize öğret. Amin.

18 Şubat 2010 Perşembe

Bir Tek Allah’a İnanıyorum

Bir Tek Allah’a İnanıyorum

Her şeyden önce, bir tek Allah vardır. Ondan başka bir ilah ya da ilahe yoktur. Var olan her şeyin kaynağı ve yaratıcısı odur. Bazı çevrelerde Hıristiyanların üç tane ilaha inandıkları söylenmektedir. Bu ya bir yanlış algılamadır ya da iftiradır. Bütün Kutsal Kitap’ta tek Allah’ın var olduğu, üzerine basa basa vurgulanmıştır. Öte taraftan Hıristiyanlığın Peder, Oğul ve Kutsal Ruh şeklinde ifade edilen, üç uknum inancına sahip olduğu da bir gerçektir. Bu üç uknum izahı, Hıristiyan olmayan özellikle de Yahudi ve Müslüman kardeşlerimize tevhit inancını bozan bir olgu gibi yansımaktadır. Üç uknum anlayışı tek ve bir olan Allah’ı parçalara bölmek ya da ona eş tanrılar atfetmek değildir. Peki, nedir öyleyse bu uknum anlayışı? Her iman sahibinin de bildiği gibi vahiy aracılığıyla insanlığa ulaştırılmış, Allah’ın zati ve subuti sıfatları vardır. Bunlara ek olarak, İslam inancında Allahın kişiliğine ve tabiatına atfen 99 ismi bulunmaktadır. Yahudi inancında da Allah’ın yüceliğini açıklayan özel adları ve unvanları bulunmaktadır. Bu isimlerle birden fazla Allah’ın var olduğunu değil tek Allah’ın öz yapısında sahip olduğu eşsiz yüceliği anlatma isteği vardır. Örneğin Besmele söylenirken de; Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla denmekte, tek olan Allah’ın sıfatlarının ve kişiliğinin yüceliğine dikkat çekilmektedir. Rahman, Rahim ve Allah derken üç ayrı ilahtan bahsedilmiyor. Aynı durum Hıristiyan imanı içinde geçerlidir. Hıristiyan inancı da Baba Oğul Kutsal Ruh’ta tek Allahın öz yapısıyla ilgili üç zati özelliği vurgulamaktadır. Burada kullanılan kelimelerin günümüzde kazandığı anlamlar ve bizim bunlara verdiğimiz manalar, antropoformist bir çağrışım yaratabilir. Ancak bizler gerçeği anlamak için, kelimelere değil onların karşılık geldiği gerçeğe bakalım. Dil değişir kelimelere yüklenen manalar zamanla değişir ama onların gösterdiği gerçek değişmez. Unutmamalıyız ki kelimelerin gerçek anlamı yanında mecaz anlamları da vardır. Bu mecazların hangi gerçeği ifade ettiğine dikkat etmemiz gerekir. Dildeki teşbih ve mecazları, ruhsal yönleriyle düşünmeliyiz. Şimdi üç uknumda ifade edilen Allah’ın şahsi kişiliğine bakalım:



Baba ( Peder ): Allahın ontolojik (varlıkbilimsel) sıfatlarından birincisi Allah’ın Baba olarak ifadesidir. Baba terimi kulağa sanki cinsel bir münasebet neticesinde erkeğin sahip olduğu sıfatı yansıtır gibi gelmektedir. Ancak burada bir mecaz vardır. Allah her türlü cinsi ve beşeri ilişkiden uzaktır. Peki, öyleyse Baba ya da Peder derken ne kastedilmektedir. Sözcüğün orijinali Aramice (İsa Mesih döneminde yaygın olarak konuşulan dil) ABBA dır. Bu ad ve unvanla, Allahın her şeyin kaynağı ve var olmasının nedeni olduğu vurgulanmaktadır. BABA adı, var oluşun kaynağı ve nedeni olan Allah’ın işaret edilmesini ve yaratılışın sorumlusunun ve planlayıcısının kimliğini açıklar. Bundan başka bir şey değil. Bunun yanı sıra, Baba unvanı, evlatlarıyla var olmak isteyen, sevgiyle kucaklayan, yarattıklarıyla yakından ilgilenen bir Allah tasavvuru oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, Allah her şeyi sevgiyle yaratan ve varlığı devam ettiren, kâinatın efendisi ve sahibi olan varlıktır. Onun bu özellikleri Baba adında özetlenir. Velî sıfatıyla Kuran’da vurgulanan özelliğe benzerdir.

EN'AM SURESI: 14 De ki: "Göklerin ve yerin Fâtır'ı olan o yaratıcıdan, o yedirip doyuran ama kendisi yedirilip beslenmeyen Allah'tan başkasını mı Velî edineyim?

ŞÛRA SURESİ: 28 O odur ki, kulları umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini yayar. Velî'dir O, Hamîd'dir.



Oğul ( Kelam-Logos ): Hıristiyan inancında belki de hiçbir terim Oğul terimi kadar yanlış algılanmamıştır. Sanki Allah, Meryem Ana’dan cinsel münasebetle bir evlat edinmiş sanılmaktadır. Hıristiyanlığın yayıldığı yıllarda, Eski Mısır dininde, İsis-Osiris-Horus şeklinde bir üçleme inancı vardı. Osiris erkek, İsis kadın ve Horus da oğul tanrıydı. Bu inanıştan etkilenen bazı sapkın tarikatlar, Afrika ve Mezopotamya’da yayılmışlardı. Bu dini inanca mensup olan kişiler Hıristiyan olduklarında, eski inançlarını da Gerçek Hıristiyan imanını bozacak şekilde değiştirerek: Baba-Meryem-İsa şeklinde sapık ve putperest bir uknum anlayışına sahip oldular. Eski dinlerinin etkisiyle böyle bir inanca sürüklenmişlerdi. Ancak İncil’e göre bu açık bir saçmalıktır. Salih hiçbir Hıristiyan böyle bir saçmalığa, böyle bir küfre asla inanmaz. Allah bir evlilik ya da beşeri ve cinsi münasebet yoluyla oğul sahibi olmamıştır. Böylesi bir fikir tüm Hıristiyanlar için küfür sayılır düşünülmesi dahi iğrençtir. Böylesi bir inanış paganizmden başka bir şey değildir. Bu terimin özellikle Yahudi ve Müslüman kardeşlerimizi rahatsız ettiğinin, onların zihninde putperest bir imaj yarattığının bilincindeyiz. Ancak Kilisenin ilan ettiği Oğul terimi mecazlı bir terimdir. Allah’ı anlamaya çalışırken tüm inançlar mecaza başvurmuşlardır. Örneğin İslam inancının kaynağı olan Kuran’da da "Allahın Yüzü" mecazı bulunmaktadır.

BAKARA SURESİ: 115 Doğu da batı da yalnız Allah'ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah'ın yüzü vardır. Allah Vâsi'dir, varlığı sürekli genişletip büyütür; Alîm'dir, her şeyi en iyi biçimde bilir.

İslam inancına göre, şekilden münezzeh olan Allah’ın nasıl bir yüzü olabilir? Ancak açıktır ki bu bir mecazdır. Tıpkı Oğulluk mecazı gibi, Peki, kimdir bu Oğul?

İlk olarak Oğul: Allahın Kelamıdır. Yani Allah’ın varlığı yaratan sözüdür. Ona Kelamullah ( Yunanca Logos ) denir. Allah her şeyi Kelamı vasıtasıyla yaratmıştır. Allah’ın Kelamı Allah ile özdeştir. Allah gibi ezeli ve ebedidir. Ayrıca Kelam Allah’tan ayrı düşünülemez. Çünkü Kelam daha sonradan ortaya çıkmış ve Allah’a eklenmiş bir özellik olamaz. Öyle olsa idi Allah, Kelam ortaya çıkıncaya kadar düşünmüyor, akletmiyor olacaktı. Düşünmeyen bir Allah olamayacağına ya da sonradan düşünmeye ve akletmeye başlayan bir Allah tasavvuru yapılamayacağına göre Kelam da Allah gibi Allahın öz varlığında ezeli ve ebedi olarak vardı. Allah, Kelamıyla varlığı yaratmış, Kelamının sesiyle peygamberlere ulaşmış ve kendi gerçeğini ve lütfunu da Kelamını Mesih İsa’da somutlaştırarak, kendini insanlığa açıklamıştır. Şimdi, Kelam yani Allah’ın düşünme, bilme ve yaratma sıfatı Oğul, Oğul da İsa Mesih’e ise, İsa Mesih insan olarak dünyaya gelmeden önce de vardır demektir. Hem de Allahın öz varlığında var olarak. Bunu sonradan Hıristiyanlar uydurmamıştır. Havari Aziz Yuhanna İncil’de şöyle yazmaktadır.

Tanrısal Söz (Kelam, Logos )

Yu.1: 1 Başlangıçta Kelam vardı. Kelam Allah ile birlikteydi ve Kelam Allah idi.

Yu.1: 2 Başlangıçta O, Allah ile birlikteydi.

Yu.1: 3 Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı.

Yu.1: 4 Yaşam O'ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı.

Havari şöyle devam etmektedir: Yu.1: 14 Kelam, insan olup aramızda yaşadı. O'nun yüceliğini Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul'un yüceliğini gördük.

İncil: Söz (kelam, logos) ve Oğul’un aynı kişi olduğunu ve onun insan olarak dünyaya geldiğini ilan etmektedir. Hıristiyanların inandığı Mesih İsa, ezeli ve ebedi olarak Allah’ın öz varlığı olan Kelamının, Meryem Ana’nın rahminde insan olan, ete kemiğe bürünen hali olduğudur. Asla cinsi veya beşeri bir ilişkinden doğma bir Oğul değildir. Hıristiyanlar bu ada (Oğul) ruhsal anlamıyla bakar ve düşünürler.

Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez ve çeşitli yollardan atalarımıza seslendi. Bu son çağda da... Kendi Oğluyla bize seslenmiştir (İncil, İbranilere Mektup 1,1–2).



Kutsal Ruh (Ruhül Kudüs): Ruh terimi Allah’ın kudretini ifade eden, yaratılışı kuşatan, can veren yüceliği için kullanılmıştır. Ruh sözcüğünün anlamı nefes, hava ve soluktur. Allah ilk insan olan Âdemi yarattığında ona kendi ruhundan üflemiştir. Yar.2: 7 RAB Tanrı Âdem’i topraktan Yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu. Âdemin yaratılışı ve canlanışı Allah’ın Kutsal Ruh’u aracılığıyla gerçekleşmiştir. Aynı Kutsal Ruh’u İsa Mesih’in doğumunda etkin olurken görüyoruz.

MATTA: Mat.1: 18 İsa Mesih'in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf'la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem'in Kutsal Ruh'tan gebe olduğu anlaşıldı.

LUKA: Luka1: 35 Melek ona şöyle yanıt verdi: "Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesi'nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek. Buradaki gebelik Kutsal Ruh’un kudretiyle oluşmuştur. Cinsel ya da beşeri bir durum söz konusu dahi edilemez. Allahın Kelamı ve Ruhu Mesih’in doğum sürecinde bir arada etkindir. Peki, Kutsal Ruh Allahın kendi öz ruhumudur yoksa bir başka varlık mıdır? Hıristiyanlar Kutsal Ruh’un Allahın ta kendisi olduğuna inanırlar. Nasıl ki bir insan kendi ruhuyla yaşayan bir varlıksa ve onun ruhu cüzi kabiliyetlere sahipse Allah da kendi Kutsal Ruh’uyla külli kabiliyetleriyle vardır. Bazı çevrelerde Kutsal Ruh’un Cebrail olduğu söylenmektedir. Ancak bu gerçeği yansıtmamaktadır. Cebrail'in kendisi Meryem’e müjdeyi verirken "Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesi'nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek." demiş kendisinden bahsetmemiştir. Kutsal Ruh’tan Yüceler Yücesinin Gücü diye tanımlama yaparak O’nun Allahın kendisinden bir uknum olduğunu ifade etmiştir. Bu üç ad ve uknum ( BABA, OĞUL, KUTSAL RUH ) Mesih İsa’nın göğe alınması sırasında son buyrukla tek bir isim, tek bir kişi olarak Mesih tarafından havarilere duyurulmuştur.

MATTA: Mat.28: 19 Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz edin;

Bilinmesi gereken bir diğer gerçekte vaftizle ilgilidir. İsa Mesih Havarilerden, kendisine iman edecek kişileri vaftiz etmelerini istiyor. Vaftiz bireyin günahlarını açıkça itiraf ederek kamu önünde tövbekâr bir hayatı seçtiğini ilan etmesine dayalıydı. Kişi günahlarını itiraf ederdi. Ve vaftiz töreni tek bir kişinin adına yapılabilirdi. Ayrı ayrı kişilerin adına değil. Son buyrukta da Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla diyerek tek bir kişinin adına vaftiz etmelerini buyuruyordu. Üç uknum konusunu somutlaştırmak için birkaç örnek daha verelim. Mesela güneşi ele alalım. Güneşin fiziksel bir kütlesi, ısısı ve ışığı vardır. Bunlar üç farklı özelliktir. Kütlesi ışık değildir. Isısı kütlesi değildir. Ancak birbirinden farklı da olsa farklı olan bu özellikleriyle güneş bir ve tektir. Ancak şu da bir gerçektir ki teslis ( üç uknum ) inancı tam olarak anlatılamayacak bir sırdır. Bu sırrı insanoğlunun tam olarak açıklayabilmesi ve anlayabilmesi Allah’ın ilahi yardımıyla mümkün olabilir.

Özetle şöyle diyebiliriz: Allah birdir ve tektir. Ondan başkası yoktur. Baba, Oğul, Kutsal Ruh bir ve tek olan Allahın ontolojik zati uknumlarıdır. Hıristiyanların Allah inancı bu şekildedir. İnsanı ve her şeyi Allah yarattı tüm inanç sahiplerinin ortak gerçeği budur. Semavi inançların tamamında ilk insanın yaratılışı benzer bir şekilde anlatılmaktadır. Allah insanı sevgi için yarattı çünkü Allah sevgidir. (1.Yu.4: 16 Tanrı'nın bize olan sevgisini tanıdık ve buna inandık. Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar, Tanrı da onda yaşar). Aden bahçesi adı verilen özel bir yerde, Âdem ve eşi Havva’yla, Allah arasında özel bir sevgi bağı bulunmaktaydı. Bahçe terimi özellikle ilginçtir. Orta doğuda kuraklığın ve çöl ikliminin sürdüğü bir coğrafyada özenle hazırlanmış bir bahçe eşsiz bir servet demekti. Allah bir servet özelliğine sahip bu bahçeyi insanla paylaşmak üzere ona vermiş, onu yarattığı bu güzelliğe egemen kılmıştı. Bu bahçede Allah ve insan arasında doğrudan bir ilişki vardı. Aracısız ve yüz yüze yakın bir ilişki bulunmaktaydı. Peki, ne oldu da bu yüz yüze ilişki son buldu? Neden biz insanlar bu ilişkinin, bu yakınlığın dışında kaldık? Vahye baktığımızda bu soruların cevabının insanın Allah’a karşı günah işlemesinde yattığını görebiliriz. Allah sonsuz güzellik ve nimetler içerisinde bulunan insana tek bir ağacın meyvesini yasaklamıştı. İyiyle kötüyü bilme ağacının meyvesini. Peki, bu yasağın gerçek anlamı neydi? Allah despot biri olduğu için mi yasak koydu? Tabii ki hayır, İnsanların özgürce seçim yapması için en az iki seçenek olmalıydı. Allah, insanla bir robot ya da makine gibi ilişki kurmak istemiyordu. Özgür iradesiyle bu ilişkiyi devam ettirmesini istiyordu. Gerçek sevgi; özgür kıldığı, özgürlüğe dayandığı sürece gerçektir. İnsan isterse bu ilişkiyi sonlandırabilsin diye başka bir ağaç sembolüyle ona ikinci bir tercih hakkı olduğunu gösteriyordu. Ancak en başından uyarısını da vererek… Uyarı şöyleydi. Yar.2: 16 Ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu. "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün." Burada ölüm sözcüğü çok sarsıcı ve Hıristiyan inancının temel doktrinlerinden birini vurgular. Ayrıca günah sözcüğü İbranice bir mecazla, ölüm veren ya da ölüm getiren anlamını bu ayetten alır. Ölüm, birbirine en yakın kişilerin arasındaki bağın kopması, yakınlığın sonsuz bir uzaklığa dönüşmesi değil midir? Hepimizin bildiği gibi insan o ağacın meyvesinden yemiştir. Bir meyve yemekte ne var diye düşünebiliriz ancak o meyveyi yemek Allah’la ilişkinizi bitirmenizi temsil ediyorsa, Allah’ı değil de kendi kendinize tapmayı tercih ediyorsa ortada korkunç bir günah var demektir. Bu günah ölüm getirmiştir. Neye ölüm getirmiştir: Allah ve insan arasındaki yakın ilişkiye ölüm getirmiştir. Eğer eşinizi aldatırsanız onunla aranızdaki sevgi dolu ilişkiyi öldürmüş olursunuz. Bir dostunuza hainlik ederseniz, Dostluğunuzu öldürürsünüz. İşte günahın gerçek anlamı budur. İnsan, Allaha karşı günah işleyince artık Aden bahçesinde kalamazdı. Sevgi dolu Allah ile kalamazdı. Nur olan Allah ile karanlığa bulanmış insan aynı ilişkiye devam edemezlerdi. Bu yüzden Âdem ve Havva, Aden cennetinden çıkarıldı. Yar.3: 23 Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Âdem’i Aden bahçesinden çıkardı. Bugün neden Aden bahçesinde Allah ile birlikte değiliz sorusunun cevabı; işte insanların Ona karşı işlediği günahtır. Bizlerde Âdem ve Havva’nın çocukları olarak onların kaderini paylaşmaktayız. Âdem ve Havva günah işledi ve Allah ile ayrı düştüler yani yaşamın kaynağı olan Allah ile kusursuz bağlarını kopararak ruhsal manada öldüler. Peki, Allah şimdi ne yapacaktı? İnsanı kendi haline mi terk edecekti? Eğer onları terk edecek olsa merhametsiz olacaktı. Ama günahlarını görmezden gelse bu seferde adil olmayacaktı. Hem adil hem de merhametli olmanın yolu insanları kurtaracak özel bir kurtuluş yolu hazırlamaktı. Âdem ve Havva’nın günahının sonuçlarını ortadan kaldırmak için özel bir yol... Bu yolun nasıl bir yol olduğuna bakalım. Âdem ve Havva günah işlediklerinde ne oldu, ilk sonuç neydi? Önce bunu araştıralım. Yar.3:6...Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. İlk olarak gözleri açıldı. Gözlerinin açılması daha önce hiç görmüyorlardı demek değildir. Burada gene mecaz sanatı kullanılmaktadır. İnsanın kendini, çevresini ve Allah’ı, günahtan önce algılayış şekliyle günah işledikten sonra farklı algıladıkları vurgulanmaktadır. Günah işlemeden önce kusursuz bir bakış açısına sahiptiler Allah’ın kendilere bahşettiği kutsallık sayesinde hiçbir şeyin eksikliğini hissetmemekteydiler. Ama günahtan sonra çıplak olduklarını yani eksik ve ihtiyaç içinde zayıf varlıklar olduklarını anladılar. Çünkü günah, Allah’ın bahşettiği güzellikleri görmelerini engellemişti. Evet, ikisi de zayıf ve eksik olduklarını fark ettiler. Bu acziyet ve utanç duygusundan kurtulmak için kendilerine bir yol aradılar. Ayette buldukları yol şöyle açıklanmaktadır. İncir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Burada da açıklanmak istenen gerçek, dolaylama ve mecazla verilmiştir. İncir yaprağı benzetmesiyle, kendi günahlarının sonuçlarını kendileri ortadan kaldırmaya, kendi çözüm yollarıyla, işledikleri günahı örtmeye çalıştıkları gösterilmektedir. Günümüzde de insanlar kendi günahlarını kendi çözüm yollarıyla, kendi felsefeleriyle ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Yani hala incir yaprakları kullanmaktadır. Ancak Allah bu çözüm yolunu kabul ediyor mu? İnsanların kendi amellerinin günahı ortadan kaldırmaya yetip yetmediğini Kutsal Kitap’ta görebiliriz: Yar.3: 21 RAB Tanrı Âdem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. Allah incir yaprağı çözümünü kabul etmemiştir. İnsanların işledikleri günahı hafife aldıklarını, hemen çözülebilecek bir sorun olarak görmelerini kabul etmemiştir. Gerçek şu ki günahı ortadan kaldırmak insan sınırlarını aşan kutsal bir varlığın eylemiyle mümkündür. Günah işleyerek bu kutsallığı kaybetmiş olan insanın çözümleri yetersizdir. Allah’ın çözümü ise farklıdır. Deriden elbiselerle, deriden giysilerle insanın çıplaklığını örtmüştür. İyi ama bu deri nerden alınmıştır? İnsanın ayıbını örten bu deri nasıl sağlanmıştır? Yar.3: 21 RAB Tanrı Âdem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi ayetiyle ilk kurban eylemine değinilmektedir. Allah tarafından bir kurban sağlanmış ve onun derisiyle elbise yapılmıştır. Bu elbiseyle günahın sonuçları örtülmüştür. Allah’ın günah için sağladığı çözüm yolu bir kurban aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kurban (İbranice Korban) kelimesi yakınlaştıran sunu anlamına gelmektedir. Kimleri yakınlaştıran bir sunudur? Kesen kişiyle kendisine karşı günah işlenmiş olan Yaratıcıyı yakınlaştıran bir sunudur. Peki, neden yakınlaşmak gerekiyor, ne zaman ayrı düşüldü ki yakınlaşmaya ihtiyaç duyuyoruz? Az önce değindiğimiz gibi insanın günahı, yakınlığı yok ettiği için artık yakınlaştırıcı yani Kurban gerekiyor. İnsanla Yaratıcı arasındaki uzaklığı aşmanın yolu ona bir kurban sunmaktır. Bu uzaklık insanların işlediği günahtan doğmuştu, kurban sayesinde günahın yarattığı mesafeler aşılacaktı. İlk kurbanı da Allah’ın bizzat kendisinin sağlamış olması onun insanlarla yakınlaşmasının tek yolunun kurban olduğunun altını çizmek istemesindendir. Kurban eylemi sırasında bir takasın gerçekleştiğini görürüz. Günahı işleyenin canı değil başka bir canlının kanı akıtılır. Kurbanlık hayvan, günah işleyenin yerine ölüme gider. Söz konusu takasta kurbanlık hayvan bir fidye, kurtuluş fidyesi olarak Allah’a sunulur. Bir canın kurtuluşu için başka bir can verilir. Peki, suçsuz ve masum bir canlı neden suçluyla yer değiştiriyor? Bunun anlamı ne? Bunun anlamı, Allah’ın suçluları, kusurluları yani günahkârları kurtarmak için suçsuz, kusursuz ve günahsız bir kurtarıcı gönderecek olmasına dikkat çekmek istemesidir.



"Kurtarış, tahtta oturan Allah’a Ve Kuzu'ya özgüdür!"

AFFET KENDİNİ

AFFET KENDİNİ

Eğer cennette olsaydı bu sorun olmazdı. : Kaç kez affetmeliyiz. Yetkinleştiğimiz zaman böyle bir sorun olmayacak. Çünkü hepimiz affedilmiş olacağız. Hepimizi cennette toplayacak olan sebep bu olacak : affedildiler. Geleneksel olarak.... azizler arasına katılan en büyük aziz kapıcıdan en küçüğüne kadar hepsi affedildi..Sadece Meryem doğrudan doğruya affedilme lütfunu yaşamayacak buna karşılık tüm evlatları için dolaylı olarak yaşayacaktır. Hepimiz affedilmiş azizler olacağız. Eğer bebekleri çıkarırsak hiç aziz kalmaz . Affedildiğimiz için hepimiz aziz olacağız. Bu gerçek bana sevinç ve cesaret verir. Suç işlemekte olanlara olası azizler gözüyle bakabilme cesareti ve azizlerle, imanın büyük kahramanları şehitler, ruhbanlar,mistikler ve anakoretiler ile ortak birşeylere sahip olmanın sevincini yaşayacağız. Kendini affet! Bir başka gerçek varki cennetin tüm sakinlerini sevinçle bir araya toplayabilecek hepimiz affetmiş olanlar olacağız. Affetmek ve affedilmek kurtuluş yolunu

tırmanabilmek için giyilmesi gereken iki ayakkabı gibidir. Affetmek ve affedilmek Tanrı’nın merhametinin bir sonucudur: Bunun için Tanrı affeder. Bunun içinde biz evlatları O’nun ruhunu taşıyanlar, Onun tavırlarını imite edenler, ve yüreğine ekilenler olarak affediyoruz .

YETMİŞ KERE YEDİ

YETMİŞ KERE YEDİ



Affedin ve affedileceksiniz (Lk. 6,37)



Sadece Peder olan bir Tanrı affeder

Sadece Peder Tanrı’nın ruhunu taşıyan affedebilir. İsa bize Pederin yüzünü gösterir ve bize ruhunu verir ki bu bize affetme kapasitesi sağlar.

Bu şekilde hayatımız yetkinliğe ulaşır ve sevgide mükemmel oluruz.

Herkim affetmezse Tanrının hayatını yaşayamaz.

Herkim affetmezse affetmeyi bilmeyenlerin sınıfına girer Çünkü Tanrı’nın ışığından çıkmış ve sevgiden uzak egoist, kendine dönük, karmaşık bir yapıya sahip olur: ve yaşamaz

Tanrı Tanrıdır. Çünkü affetmeyi bilir. Tanrı insanları yetmiş kere yedi kez affedecek kadar sever.

17 Şubat 2010 Çarşamba

ORUÇ DÖNEMİ

Katolik takvimine göre 40 günlük oruç devresi başlamıştır.

Buna göre Oruç NeDir?

Hıristiyanlıkta oruç genelde yılın belirli ayı için konmuş bir ibadet biçimi değildir. Kiliselerin ibadet takvimlerinde cemaati teşvik ve bir hatırlatma olarak oruç dönemleri yer almasına karşın imanlılar diledikleri zaman oruç tutabilirler.Hıristiyanlıkta Oruç, Hıristiyanlıkta ibadet, hıristiyanların ibadetleri, nasıl ibadet ederler

Orucu; kişinin kendini alçaltarak ruhsal olanı aramak için yiyecek ve içecek şeylerden belirli bir süre uzak durması olarak tanımlamamız mümkündür. Oruçta esas olan; kişinin gurunun kırılması, günahlılığının farkında olarak pişmanlık duyup tövbe etmesidir.

Kişi oruç dönemi boyunca bütün aklı, bütün gücü ve bütün kalbiyle Tanrı’yı aramaya yönelir. Genelde Kutsal Kitap’ta oruç bahsinin geçtiği yerlerde dua, yakarış ve Tanrı’yı aramaktan bahsedilir.

Kutsal Kitap oruçtan bahsettiği zaman duaya her zamankinden daha fazla vakit ayırmamızı bekler. Oruç; yalnızca aç kalarak yine günlük işlerimizi aynen yapmaya devam ederek geçirdiğimiz dini bir zorunluluk ya da yük değildir.

Kutsal Kitabın İşaya 58. bölümü Tanrı’nın oruç için olan isteği hakkında bize yeterli bilgi verir:

1. Yüksek sesle çağır, esirgeme, sesini boru gibi yükselt, ve kavmıma günahlarını, ve Yakup evine suçlarını bildir.

2. Halbuki her gün beni arıyorlar, ve yollarımı bilmekten hoşlanıyorlar; adalet etmiş ve Allah’ın hükümlerini bırakmamış bir millet gibi benden doğru hükümler soruyorlar; Allah’a yaklaşmaktan hoşlanıyorlar.

3. Niçin oruç tuttuk da görmiyorsun? Canımızı alçalttık da bilmiyorsun? diyorlar. İşte siz orucunuz gününde işinizin peşindesiniz, ve bütün işçilerinizi sıkıştırırsınız. Hıristiyanlıkta Oruç, Hıristiyanlıkta ibadet, hıristiyanların ibadetleri, nasıl ibadet ederler.

4. İşte siz kavga ve çekişme için, ve kötülük yumruğu ile vurmak için oruç tutuyorsunuz; bugün öyle oruç tutmuyorsunuz ki, yüksek yerde sesinizi işittiresiniz.

5. Benim seçtiğim oruç, insanın canını alçaltacağı gün, böyle mi olur? Saz gibi başını iğmek, ve altına çul ve kül sermek mi? buna mı oruç, ve Rabbe makbul gün, diyorsun?

6. Kötülük zincirlerini açmak, boyunduruk bağlarını çözmek, ve ezilmiş olanları hür olarak koyvermek, ve her boyunduruğu kırmak, benim seçtiğim oruç bu değil mi?

7. Kendi ekmeğini aç olanla paylaşmak, ve yurtsuz düşkünleri kendi evine getirmek, ve çıplağı görünce üstünü örtmek, ve kendi etinden olandan kaçınmamak değil mi? Hıristiyanlıkta Oruç, Hıristiyanlıkta ibadet, hıristiyanların ibadetleri, nasıl ibadet ederler

8. O zaman ışığın tan gibi doğar, ve yaran çabuk et sürer, ve senin önünden kendi salahın yürür; Rab’bin izzeti dümdarın olur.

9. O zaman imdada çağıracaksın, ve Rab cevap verecek; feryat edeceksin, ve: işte buradayım, diyecek. Hıristiyanlıkta Oruç, Hıristiyanlıkta ibadet, hıristiyanların ibadetleri, nasıl ibadet ederler. Eğer boyunduruğu, parmak uzatmağı, ve fesat söylemeği ortanızdan kaldırırsan;

10. Ve canının çektiği şeyi aç olana verirsen, ve alçaltılmış canı doyurursan; o zaman karanlık içinde ışığın doğacak, ve koyu karanlığın öğle vakti gibi olacak;

11. Ve daima Rab sana yol gösterecek, ve kurak yerlerde senin canını doyuracak, ve kemiklerini kuvvetlendirecek; ve sulanmış bir bahçe gibi, ve suları yalancı olmayan bir kaynak gibi olacaksın

12. Ve senden çıkacak olanlar eski harebeleri bina edecekler; çok nesillerin temellerini dikeceksin; ve sana: Gedik kapatan, Memlekette oturulsun diye yolları eski haline koyan, denilecek.

13. Mukaddes günümde dilediğini yaparak Sebt gününü ayak altına almazsan; ve Sebt gününe ferah gün, Rabbin mukaddes gününe izzetli gün dersen; ve kendi yollarında yürümeyerek, kendi zevkini bulmayarak, ve kendi sözlerini söylemiyerek o güne izzet verirsen;

14. O zaman zevkini Rabde bulursun; ve seni dünyanın yüksek yerleri üzerine bindiririm; ve atan Yakubun mirasını sana yediririm; çünkü Rabbin ağzı söyledi.

MESİH MERKEZLİ ORUÇ

Kendi isteği ile birşeyler yapmayı sevmeyen insanoğlu oruç denince kendisini mecbur edecek bir takım şartlar aramaktadır. Bu yüzden oruç denince hemen sorulan sorulardan bir tanesi; orucun ne zaman tutlacağıdır. Oruç kaç gün tutulacak yada kaç gün tutulmalıdır, nasıl tutulacak, orucu ne bozar ya da neler bozmaz soruları ile insanoğlu hemen kendisine kurallar ve şartlar aramaya meyillidir.

Ancak Kutsal Kitap bize bu konuda bir cevap vermez. Bizlerin bu türden tutum ve anlayışımız oruçta hedeflenen ruhaniyeti engellemekten başka bir işe yaramaz. Zaten İşaya 58. bölümündeki ayetlerin özüne baktığımız zaman oruçtaki hedefin bu sorular olmadığını görüyoruz.

İşaya 58. bölüm üzerinde düşündüğümüz I. Bölüme baktığımızda oruçta hedefin günah ve hatalarımızı farketmek, gurur ve günahımızın farkında olmak ve bunun kırılmasına çalışmak, yanlış insani ilişkilerimizi düzeltmek, insanlık ailersinin tüm fertlerini sevmeye çalışmak olduğunu görmüştürk. İncil’de, İsa Mesih’in de öğretişinin bu yönde olduğunu görüyoruz. Şimdi İncil’in bu konudaki ayetlerine bakalım.

Luka 18.9-14 ayetler :
“Biri Ferisi,öbürü vergi görevlisi iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıkmış. Ferisi ayakta dikilip kendi kendine şöyle dua etmiş: ‘Tanrım, diğer insanlar gibi soyguncu, hak yiyici ve zina edici olmadığım için, hatta şu vergi görevlisi gibi olmadığım için sana şükrederim. Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’ Vergi görevlisi ise uzakta durmuş, gözlerini göğe doğru kaldırmak bile istemiyor, ancak göğsünü döverek, ‘Tanrım, ben günahkara merhamet et’ diyormuş. “Size şunu söyleyeyim, Ferisiden çok bu adam aklanmış olarak evine dönmüş. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.”

Buradaki Ferisi yaptığı işlere güvenerek gurura kapılan ve başkalarını küçük görerek kendini yücelten bir kişidir. Ferisi başkalarının günahlarını görmeye odaklanmış olduğundan kendi günahının farkında değildir. Bu kişide bir alçakgönüllülük, tövbe ve pişmanlık görmüyoruz. Vergi görevlisinin merhamet dileyen ruh hali onda gözükmüyor. İşte bu yüzden aklanan kişi pişmanlık duyan günahkar olmuştur.

İsa Mesih’in bizlere anlattığı bu örneğe dikkat ettiğimizde orucumuz Mesih merkezli olacaktır. Yani oruç Tanrı’yı hoşnut eden bir oruç olacaktır. Luka 18. bölümde gördüğümüz Ferisi örneğinin İşaya 58. bölümde oruç tuttuğu halde ‘parmak uzatan’ ve ‘fesat söyleyen’ kişi ile aynı tavır sergileyenler olduğunu görüyoruz. Tutulan bir oruç Mesih Merkezli ise vergi görevlisi örneğinde olduğu gibi Tanrı’nın beğenisini ve onayını kazanır.

Orucumuz yaşadığımız dünyaya İsa Mesih’i ilan etmelidir.

Gündelik hayatta karşılaştığımız her sorunda İsa Mesih’in merhamet yüreğine uygun bir davranışı sergilemek, O’nun sözlerini hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirmeye çalışmak orucumuzu Mesih Merkezli bir oruç yapacaktır. Oruç boyunca İsa Mesih’in iradesini hayatımızda görünür kılmak, Kutsal Kitabı yaşamımız ve sözlerimizle yansıtmaya çalışmak gayreti orucumuzu Mesih Merkezli bir oruç yapacaktır.

Kutsal Yazılar İsa Mesih’i işaret ettiği gibi orucumuzda İsa Mesih’i işaret etmelidir. Oruç süresince düzeltmeye çalıştığımız sözleriniz ve davranışlarımızla İsa Mesih’in öğretişleriyle çelişmeyen bir davranış ve söz bütünlüğüne olabildiği orada sahip olmak oruçtan sonraki dönemde hayatımızı daha bir yenilenmiş hale getirecektir.

İsa Mesih’in oruç hakkındaki diğer bir çarpıcı öğretisi ise dağdaki vaazında görülür.

Matta 6.16-18 ayetler:
“Oruç tuttuğunuz zaman, iki yüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm veririler. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanıza oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir.”

İsa Mesih’in verdiği bu örnekte başkalarına oruç tuttuğunu belli eden, bir anlamda elalem ne der korkusu ya da insanların övgüsü için tutulan orucun Tanrısal bir değeri olmadığını görüyoruz.

İsa Mesih’in oruç öğretişi, orucu ne zaman tutacağız, nasıl tutacağız, ne kadar zaman tutacağız? gibi sorulardan uzaktır. İsa Mesih oruçtan bahsederken rakamlarla ve kurallarla ilgilenmiyor, O’nun dikkat ettiği nokta tutulan orucun ruhaniyetidir.

Bu ayette ‘Oruç tuttuğunuz zaman’ ifadesi sık sık sorulan ‘Hıristiyanlıkta oruç var mı?’ sorusuna yeterli bir cevap olmaktadır. İncil’e göre oruç, bir Hıristiyanın Kutsal Kitap okumak, dua etmek, kilise faaliyetlerine katılmak gibi ruhsal solunum faaliyetlerinden biridir.

İncil, yılın şu ayında, şu şartlarda, şu kadar oruç tutun diye bir öğretiş vermez. İncil’in bahsettiği yürekten inanmış kişi zaten oruç tutmaktadır. Orucu yanlızca senenin bazı aylarına bölerek toplumsal bir zorunluluk, bir yarış gibi düşünmek, ya da tutulmadığı zaman bazı cezai yaptırımları öne sürerek uygulatmaya çalışmak İncil’in oruç anlayışında yoktur. Tanrı, bizlerin O’nunla olan ilişkimizde özgür olmamızı ister.

Yukarıdaki ayetlere ek olarak bir diğer ayette ise oruç tutmanın gerekliliği açıkca vurgulanmıştır.

Matta 9:14-15:
Bu arada Yahya’nın öğürencileri gelip İsa’ya, “Biz ve Ferisiler oruç tutuyoruz da, senin öğrencilerin niçin tutmuyor?” diye sordular. İsa şöyle karşılık verdi: “Güvey hala aralarındayhen, davetliler yas tutar mı hiç? Ama güveyin aralarında alınacağı günler gelecek, işte o zaman oruç tutacaklar”

İsa Mesih burada öğrencilerinden bahsederken ‘işte o zaman oruç tutacaklar’ ifadesi ile bir imanlının oruç tutması gerekliliğine yeterince cevap vermiştir. Evet, güvey göğe alınıp yüceltilmiştir. Şimdi O’nun görkem içinde dönüşünü bekleyen kilise oruç tutmalıdır.

Çünkü Eski Ahit döneminde oruç tutan Tanrı halkının karşılaştığı problemler ve sorunlar bugün de bizler için geçerlidir.

Orucu Ne Zaman Tutmalıyız?

2. yüzyıldaki ‘Didake’ öğreti kitabında o dönem Mesih İnanlılarına çarşamba ve cuma günü oruç tutmaları öğretilmekteydi. Bu dualı bir oruçtu. Bazen bu oruç cumartesi günü de devam ederdi. İkinci yüzyıldaki kiliselerin Diriliş Bayramından önce (Paskalya) oruç tuttukları bilinmektedir.

4. yüzyılda ‘Quadragesima’ adıyla kırk günlük oruç tutulduğu bilinmektedir. Bazı yerlerde yeni imanlılar bu kırk günlük sürede vaftize hazırlanırlardı. Bazı kiliseler bu süreye bir hafta daha ilave ederek Diriliş Bayrımı (Paskalya) öncesinde 7 hafta oruç tuttular.